En Çok Okunan Başlıklar

Sıradan eşyaların sıradan hikâyesi

 

 

FATMA TURAN / 22 Mart 2014, Cumartesi

 

Gökyüzünde salınışı insana mutluluk veren uçurtmanın bir zamanlar savaşlarda kullanıldığını biliyor muydunuz? Ya da tarağın kölelikle bir ilişkisi olduğunu söylesek bağlantı kurabilir misiniz? Yıldıray Karakiya, ‘21 Sıradan Şeyin Sıra Dışı Tarihi’ kitabıyla eşyaların sıra dışı yolculuğuna ışık tutuyor.

 

Günlük hayatta kullandığımız birçok eşyanın tarihini, isminin nereden geldiğini, hangi ihtiyaçla ortaya çıktığını çoğu kez düşünmeyiz. Mesela, bisikletin atası olan aracın, at arabasından bozma pedalsız bir ‘koşma makinesi’ olduğunu hayal edebiliyor musunuz? İlk yoğurt mayasının nasıl bulunduğunu, şemsiyeye neden ‘güneşlik’ denildiğini, kot pantolonun neden kot diye anıldığını biliyor muyuz? Yıldıray Karakiya, günlük hayatımızda yer eden bazı buluşların tarihi derinliklerine dalıyor, bugün sıradan saydığımız nesnelerin sıra dışı yolculuğuna ışık tutuyor. Gitardan telefona, musluktan ayakkabıya, uçurtmadan şemsiyeye ‘21 Sıradan Şeyin Sıra Dışı Tarihi’ nesneleri daha yakından tanımamızı sağlarken, bazen de can acıtan öyküleriyle onlara bakışımızı değiştiriyor…

 

Karınca yumurtasından maya

Yoğurt yapmak için gereken maya önceden yapılmış bir parça yoğurtsa, ilk yoğurdu kim, nasıl yaptı? Kabul gören görüş: Orta Asya halkları yoğurt yapmayı keşfetti ve dünyaya buradan yayıldı. Peki, bu insanlar henüz yoğurt yokken sütü ne ile mayaladı? Açıkçası bilim insanları bu sorunun cevabını hâlâ arıyor. Menderes Üniversitesi Biyoloji Bölümü öğrencisi Oktay İnce, bu soruya cevap arayanlardan. İnce, araştırmaları sırasında Orta Asyalı göçebelerin yoğurt mayalamak için karınca yumurtasından yararlandığı bilgisine ulaştı. Bunun üzerine, karınca yumurtası, karınca toprağı ve normal toprakla yoğurt mayaladı. Tüketicilerin de görüşüne başvurarak en iyi sonucu karınca toprağının verdiğini gördü. İlk maya bu mudur bilinmez ama yoğurt yapmak istediğiniz bir gün maya bulamazsanız karıncaların yuva girişinde biriktirdiği topraktan birazcık alıp sütünüzü bununla mayalayabilirsiniz.

 

Teneke kutudan dokunmatik ekrana

Herkesin evinde telefon bulunmayan yıllardı 80’ler. Şimdilerdeyse cebinde telefon taşımayan insan sayısı neredeyse yok. Kaynaklar telefonun mucidi olarak Graham Bell’i gösteriyor. Bell, 1664’te uzun bir ip ve iki teneke kutuyla sesi bir noktadan diğerine iletme deneyi yapar ve başarıya ulaşır. İlk telefon görüşmesi de yardımcısı ile olur. Tahminlerin aksine kullandığı kelime ‘alo’ değil, ‘Watson, buraya gel. Yardımına ihtiyacım var.’dır. Kulaktan gelen sesin sağırlığa ya da delirmeye yol açacağı düşünülse de, telefon kısa zamanda yayılmaya başlar.

 

Askerî haber alma servisinin oyuncağı

Şimdilerde eğlence aracı ya da oyuncak olan uçurtma, aslında bir haberleşme aracı olarak ortaya çıkmış. Çin ordusu MÖ 6. yüzyılda birlikler arası haberleşmeyi sağlayabilmek için farklı renk, desen ve biçimlerdeki ipek uçurtmalardan faydalanır. Uçurtmalara havada yaptırılan her hareketin bir anlamı vardır. Hatta uçurtma o zamanlar bir hareketle savaş başlatmaya yetiyordur… Çin kaynaklarına göre uçurtma askeri haberleşmenin yanı sıra mesafe ölçmek, rüzgârın yönünü ve şiddetini belirlemek gibi işler için de kullanılmış. Çok eski Çin ipek baskılarında görülen uçurtma uçuran çocuk figürleri, uçurtmaların kısa zamanda çocukların sevdiği bir eğlence aracına dönüştüğünü gösteriyor.

 

Yağmura karşı güneşlik

Tarihi 4 bin yıl öncesine uzanan şemsiye, seyyar satıcıların tezgâhına düşmeden önce kralların, başrahiplerin, soyluların kullanabildiği özel bir eşyaydı. Eski Mısır ve Mezopotamya’da beyaz ten beğenildiği için, şemsiye kraliyet ailesi tarafından güneşten korunmak amacıyla kullanılıyordu. Şemsiyeyi yağmura karşı kullanmayı ilk akıl edenlerin Çinliler olduğu sanılıyor. Çinliler kâğıttan yaptıkları ve güneşli günlerde kullandıkları şemsiyeleri reçineyle kaplayarak su geçirmez hale getiriyorlardı. Suya karşı pek dayanıklı olmasa da, saygınlık nesnesi olan şemsiyeler soylular tarafından sevilerek kullanılmaya başlanmıştı. Yağmura karşı kullanılmaya başlanması ise 18. yüzyılı buldu. Fakat şemsiyeyi bir kadın eşyası olarak gören erkekler ıslanmaya devam ediyordu. Neyse ki, Londralı Jonas Hanway, tüm alaylara rağmen şemsiyeyle dolaşmakta ısrar etti de, erkekler yağmurda ıslanmaktan kurtuldu.

 

Çorbadan oyun havasına

Farklı milletlerde bronz, gümüş, tahta ve fildişinden yapılan kaşıklar vardı. Malzemenin çeşitliliği sizi yanıltmasın zira hanların ya da konutların mutfaklarında bugünkü gibi yemek takımlarıyla tıka basa dolu çekmeceler yoktu. Bir hana gittiğinizde bırakın serpme kahvaltıyı, servis açma da bilinmiyordu. 1700’lere kadar herkes masaya kendi kaşığıyla ve hatta tasıyla gelirdi. Bugün hepimizin cüzdan taşıması gibi, kaşıklar cepte taşınırdı. Bu yıllardan sonra yemek sahibini masa düzenlemesi moda olmaya başlayınca, kaşık da çatal ve bıçakla birlikte sofradaki yerine kavuştu. Kaşık farklı şekillerde de kullanılmış. Mesela 1961’de beş mahkûm, hücrelerinden bir yıl boyunca kaşıkla tünel kazarak kaçmayı başarmıştı.

 

Araba lastiğinden yiyeceğe

Çikletin ortaya çıkmasını, 1860’larda Meksikalı bir generalin para kazanma arayışlarına borçluyuz. New York’a sürgün olarak gelen General Anna, yüklü miktardaki çikl maddesini mucit Thomas Adams’a verir. Generalin amacı, araba lastiği gibi ürünler yaparak çok para kazanmaktır. Ne yazık ki lastik üretme girişimleri başarısız olur. General, geride bıraktığı çikl maddesinin dünyada oluşturacağı etkiden habersiz, Meksika’ya döner. Adams’ın ise aklına parlak fikir gelir: Biraz şeker ve aroma eklenmiş çikl, yani çiklet!

 

Toplumsal sınıfın temsilcisi

Birçok kültürde soyluluk göstergelerinden olan tarak, kişinin toplumsal sınıfını temsil ediyordu. Eski Japonya’da ise dini bir simge olmanın yanında, bir kadının evli mi bekâr mı olduğunu gösteren bir aksesuarmış. Bir tarağı atmak, atılmış ya da kaybolmuş bir tarağı almak hatta armağan olarak kabul etmek bile uğursuzluk sayılırmış. Afrika’da taraklara bakarak sahibinin etnik kimliği, inançları ve ekonomik durumu hakkında bilgi sahibi olunabilirmiş. Afrika kökenli kimi Amerikalılar için saçlarının nasıl göründüğü çocukluğundan itibaren önemliymiş. Saçlarını düzleştirmek, kabarmasını engellemek ve beyazların saçları gibi biçimlendirmek için çok para harcıyorlarmış. Çünkü bu onlar için yalnızca ‘biçim’ meselesi değil, geçmişi köleliğe dayanan bir kimlik meselesidir. Afrika kökenli Amerikalıların saç biçimi konusundaki hassasiyeti sürüyor. Bunun en iyi göstergelerinden biri, Willie L. Morrow tarafından kaleme alınan 400 years Without a Comb (Taraksız 400 Yıl) adlı kitap.

[email protected]

 

 

3 1 oy
Başlık Puanı
Mss.Unknown, 5 Ocak 2015, 06:02
0 Yorumlar
Satıriçi Görüşler
Tüm Entryleri görüntüle


ANA SAYFAYA DÖN

100% Güvenli
0
Hemen Entry Ekleyinx